Bitlis’e taşınırken yanımda ancak çevirilerde ihtiyaç duyduğum sınırlı sayıda kitabı getirebildiğimden, bu listeyi hazırlarken diğer arkadaşlarımın aksine kitaplığımı uzun uzun inceleme fırsatım yoktu. Hal böyle olunca, zihnimin kıvrımlarında şöyle bir dolaşmaya, her iflah olmaz Freudperver gibi serbest çağrışımın bana getireceklerine güvenmeye karar verdim. Hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi geçerken isimlerini yakalayabildiğim beş kitap işte şunlardı:
1- VERONİKA ÖLMEK İSTİYOR – Paulo Coelho (çev. Haldun Pamir)
“Deli olmak ne demek, bilmiyorum,” diye fısıldadı. “Ama deli olmadığımı biliyorum. Başarısız bir intihar girişimi benimkisi, hepsi bu.”
“Kendi dünyasında yaşayan herkes delidir. Şizofrenler, psikopatlar, manyaklar. Yani başkalarından farklı olanlar.”
Bu kitabı okuduğumda ileride psikolog olmak isteyen epey depresif bir ergendim. Şimdi tekrar okusam ne hissederim, emin değilim, ama o dönem kitabın beni çok sarstığını ve kitapta kendimden çok fazla şey bulduğumu hatırlıyorum. Bir genç kız intihara teşebbüs eder, gözlerini akıl hastanesinde açar ve intihar teşebbüsünde içtiği ilaçların kalbine verdiği hasardan dolayı bir haftalık ömrü kaldığını öğrenir. Coelho çağımızın en büyük yazarlarından olmasının yanı sıra ergenliğinde ailesinin zoruyla birkaç defa akıl hastanesine yatırılmış bir isim olduğundan, hikâyeyi çok sahici, çok net bir yerden anlatmış. Delilik, depresyon, şizofreni, intihar… Tüm bu etiketlerin arkasında gerçek insanlar olduğunu hatırlatan bir kitap bu.
2- TAVŞAN HAYKIRDIĞINDA – Truddi Chase (çev. İpek van der Born)
Yine lise yıllarıma ait olan bu kitabı pek bilinmediğini fark ettiğim için listeye özellikle dahil etmek istedim. Sanırım baskısı tükenmiş ama belki sahaflarda bulabilirsiniz. Tavşan Haykırdığında, 92 ayrı kişiliği olan bir kadının, Truddi Chase’in, gün içinde hafızasında ciddi boşluklar oluştuğunu fark etmesiyle başvurduğu terapi sürecini anlatıyor. Kitabı daha da etkileyici kılan ise bu hikâyenin, bir kısmı ancak tedavi süreci ilerledikçe ortaya çıkan kişilikler tarafından kaleme alınmış olması. Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu ile ilgili bir vaka öyküsü olarak da okunabilecek bu kitabı ben en çok da zihnimizin ağır travmalarla baş etmek için ne gerekiyorsa yapıp bir şekilde hayata tutunduğunu gösteren bir insan hikâyesi olarak düşünmeyi seviyorum.
3- FREUD VE SONRASI – Margaret J.Black, Stephen A. Mitchell (çev. Ayhan Eğrilmez)
Sonradan anlaşılmaz bir biçimde Lacancılığa kaysa da o zamanlar katı bir bilişsel davranışçı ekolü olan ODTÜ Psikoloji yıllarımda değil psikanalizin P’sini, Freud’un F’sini dahi duymamıştım. Haliyle, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin psikodinamik yaklaşımlı yüksek lisans programına başvurmaya karar verdiğimde kapatmam gereken epeyce bir açığım vardı. İşte o açığı bu kitap sayesinde kapadım. Psikanalitik kuramlara giriş niteliğindeki bu kitapta başlıca kuramcılar ve literatüre katkıları bölüm bölüm, epey sade bir dille anlatılıyor. Bu alana merak duyan ama nereden başlayacağını bilemeyenler için bulunmaz nimet.
4- YALNIZIZ – Peyami Safa
– Sana kolay bir formül vermek için diyebilirim ki, aşk iki kin arasında bir mütarekedir.
– Fakat aşk hayranlıkla başlamıyor mu? Başlangıçta kin yok ki.
– Hayranlık mağlup olmuş bir kıskançlıktır. yani kıskançlık gıptaya, gıpta hayranlığa yerini verir. dibinde kin vardır. Gitgide, hayranlığın zaafa uğradığı anlarda bu kin ortaya çıkar.”
İnsan psikolojisinin sırlarını asıl çözenin edebiyatçılar olduğu, psikologların bunu sadece bilimsel dile tercüme ettiği hep söylenir. Bu sözün ne kadar haklı olduğunu gösteren yazarlardan biri de Peyami Safa. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu okuduğum gün bütün kitaplarını sipariş etmiş ve edebiyatla, hele ki romanlarla pek aram olmamasına rağmen Yalnızız’ı bir solukta okumuştum. Sonrasında da yazdığım bazı teorik metinlerde bu kitaba sık sık geri döndüm, ondan alıntılar kullandım. Aynı evde yaşayan birbirinden çok farklı üç kardeşin geçirdiği sıkıntılı bir dönemin hikâyesinin anlatıldığı bu çok katmanlı, hayli derinlikli kitap kesinlikle başucu kitaplarımdan biri.
5- BAŞLANGIÇLARIN AŞKI – J.B. Pontalis (çev. Burcu Aliefendioğlu)
“Bir çocuk mutluluğu pek az dert eder. Çocuk kaydeder, sezer, yakalar, kendini çevreleyenleri uzun süreliğine benimsemek zorunda kalır.”
Otobiyografi okumayı zaten çok severim ama bu otobiyografinin yeri hepsinden ayrı çünkü yazarı Freud’un kavramlarını Fransızcaya kazandıran başlıca çevirmenlerden biri olmasının yanında çağdaş psikanalizin de en önemli isimleri arasında yer alıyor. Prix Femina ödülüne de layık görülmüş, yumuşacık bir anlatımı olan bu metinde Pontalis’in çocukluk ve gençlik yıllarında dolaşıyor ve bunu yaparken, satır aralarında onun hayata dair ince tespitlerini duyma imkânı buluyoruz. Bu kitabı okurken sıkça bir şeylerin altını çizmiş, üstüne uzun uzun düşünmüştüm. Hâlâ da ne zaman canım sıkkın olsa veya hayata dair bir şeylerin kafamda oturmadığını hissetsem elim bu kitaba gider, aradığım şifayı satırlarında mutlaka bulurum.