Şu an, şu dakika bu cümleyi bitirip ofisinizden/evinizden/okulunuzdan çıkabilir ve tamamen bambaşka bir hayat yaşamaya başlayabilirsiniz. “Yok canım, niye yapayım” diyebilirsiniz ama bu, yapabilme özgürlüğünüz olduğu gerçeğini değiştirmez. Yalnızca yapmayı tercih etmediğinizi gösterir.
Varoluşçuluk dendiğinde en sık karşımıza çıkan şeylerden biri seçim yapma meselesidir. Bunu ilk duyduğumda “Kim, neyi seçebiliyor ki canım, her zaman da bize bırakılmıyor ki bir şeyleri seçmek, o kadar da basit değil o işler” diye düşünmüştüm. (bakınız Sartre’ın kötü inanç kavramına muhteşem bir örnek) Seçimler/seçim yapmak söz konusu olduğunda en sık düştüğümüz çukurlardan biridir kötü inanç.
Mauvaise foi/Bad faith/Kötü inanç
En basit haliyle kendimizi kandırmak gibi düşünebiliriz. Sartre’ın bahsettiği şekildeyse; aslında bildiğimiz ama bilmenin bize acı verdiği/bizi huzursuz ettiği şeylerden (mesela özgür olduğumuz gerçeğinden) kaçmak için kısa süreli olarak kendimizi kandırmamız. Kısa dönemli acıyı, rahatsızlığı ortadan kaldırmak için kendimizi inandırdığımız şeyler de diyebiliriz.
Kötü inancın en iyi örneklerinden biri seçim yapma şansımız olmadığına inanmamızdır. Bir süre sonra buna o kadar içten inanırız ki, hiçbir şeyin bizim kontrolümüzde olmadığını, hayatımızdaki hiçbir şeyi seçemediğimizi düşünmeye başlarız. Yaşadığımız her şeyin bizim seçimlerimizden bağımsız olarak bizim başımıza geldiğini, ne yaşıyorsak buna başkalarının ve/veya onların yaptıklarının sebep olduğuna inanmaya başlarız.
Peki, durup son okuduğunuz cümleleri bir düşünün…
Büyük resmi gördünüz mü? Seçim yapamam düşüncesi bizi bütün sorumluluğu üstümüzden atıp yaşadığımız her şey için başkalarını suçlayabileceğimiz bir noktaya getirdi. Çünkü seçim yapmak yoksa, sorumluluk da yoktur. Denklem çok basittir. Seçersem sorumlu olurum, bir şeyi seçersem seçmediklerimde aklım kalır, belki de yanlış olanı seçerim, seçersem bunun sonuçları olur ve bunlarla yüzleşmem gerekir vs. Liste uzayıp gider.
Peki zihnimizin bir köşesinde bunca fısıltı dolanırken nasıl bir şeyleri seçebiliriz ki? İşte mesele tam olarak bu! Tüm bu fısıltıları susturmak için bir cümle yeterli gibidir;
Hiçbir şeyi seçemeyiz.
Oooh, bütün sesler sustu, “Aman canım benim bir şey seçtiğim mi var, patronum seçiyor, öğretmenim seçiyor, annem, babam seçiyor” der kenara çekiliriz. Bu cümleyi ilk defa nerede söylersek söyleyelim, ona inanmaya devam ettiğimiz sürece evet, hiçbir şeyi seçemeyiz. Aslında seçeriz ama seçmediğimize inanarak, dolayısıyla da sürüklendiğimize inanarak seçeriz. Kafamız rahat, hayatımızın ipleri başkalarının elinde, bizler bu durumdan şikayetçi, başkalarına kızgın yaşayıp gideriz.
Aslında kocaman bir seçim yaptık biliyor musunuz? Seçim yapmamayı/yapmıyormuş gibi yaşamayı seçtik. Ve farkında olmadan bu seçimi hayatımızın orta yerine koyup bütün hayatımızı ona göre şekillendirdik.
Bir de kendi seçtiğimiz yetmiyormuş gibi etrafımızdakileri de buna inandırırız. “Seçemiyorum” bir virüs gibi yayılır. Psikoloji’deki öğrenilmiş çaresizlik meselesine döner; zaten seçemem ki diye diye bir süre sonra seçmeye dahi yeltenmeyiz. Bazen öyle bir noktaya geliriz ki, sabah ne giyeceğimizi, hangi yemeği yiyeceğimizi bile seçemez hale geliriz.
Eee peki tamam, seçebiliyoruz madem, nasıl oluyor?
Diyelim ki, işinizden memnun değilsiniz, istifa etmek için onlarca nedeniniz var ama etmiyorsunuz çünkü paraya ihtiyacınız var, işi bırakma riskine giremeyeceğiniz bir dönemdesiniz vs. Bunlar o sırada sizin gerçekleriniz ve eğer siz neyi, neden seçtiğinizi bilirseniz, kimse bu noktada “İşinden memnun değilsin ama bak istifa etmeyi seçmiyorsun, nasıl iş?” diyemez. Siz hayatınızın o noktasında işinizden memnun değilsinizdir ama tüm bu saydığım nedenlerle de istifa edip bir şeyleri riske atacak durumda değilsinizdir. Elinizdekileri riske atmamayı seçersiniz ve bunun sonuçlarını yaşarsınız. Bu yüzden aynı işte çalışmaya devam ediyorsunuzdur.
Amacımız gerçeklerle (ki gerçeklerimizi değiştirmek de mümkündür) savaşmak ya da en devrimsel seçimleri yapıp hayatımızı kökten değiştirmek değil, nedenlerimizin ve seçimlerimizin farkında olmak. Patronunuz sizi masanıza zincirlediği için değil, hayat size zulmetmeye çalıştığı için değil, o anki şartlarla orada kalmayı seçtiğiniz için orada olduğunuzun farkında olmak. Kalmayı seçenin siz olduğunuzu görmek. Bu noktadan sonra yapacağınız şey aynı işte 10 yıl çalışmak da olabilir, “1 yıl içinde bu işten çıkacak şekilde hayatımı planlıyorum” deyip 1 yıl daha çalışmak da olabilir. Ve seçenekler asla 2 taneyle sınırlı değildir (bu da ayrı bir buhran konusudur ki ona da geleceğiz bir yerlerde). Seçenekleri görmemeyi biz seçeriz ve en nihayetinde bu kendimizi çaresiz, haksızlığa uğramış ve sıkışmış hissetmemize neden olur. Ve aslında en başa döneriz. Biz neden seçemiyoruz demiştik hatırlıyor musunuz? Acıdan ve rahatsızlıktan kaçmak için. Kaçabildik mi? I ııh.
Tamamen farklı bir hayat yaşamaktan yalnızca bir karar uzaklıktasın.
diye bir söz vardır. Bugün, işini bırakıp bir köye yerleşmek, dünyayı gezmek, bir süre hiçbir şey yapmadan evde yatmak, mesleğini bırakıp hiç bilmediğin bir şeyi öğrenmeye başlamak… Hepsini yapabilirsin. Hepsini yapabiliriz. Ve bunu fark ettiğimiz noktada büyük bir endişe ve boşluk hissi de yaşayabiliriz. Mesleğimi bırakacaksam bugüne kadar verdiğim onca emek ne olacak? Peki bütün bunları yapabiliyordum da ben neden bugüne kadar hayatımın bu versiyonunu yaşadım? Bu sorular bir anda zihnimize üşüştüğünde korkunç hissedebiliriz. Ama bu gerçektir. Böyle bir ihtimal vardır.
İşte geldik zurnanın zırt dediği yere. E madem her türlü kafamız karışıyor, seçenekleri fark edince endişemiz artıyor, hayal kırıklığı oradan göz kırpıyor, neden başka türlü yapalım? Neden seçelim? Neden sorumluluk alalım?
Çok basit; nasıl yaşamak istediğimize karar vermek ve bunları sahiplenmek için. Çünkü seçim yok desek de seçimler var. İhtimaller, ikilemler yok desek de varlar. Kafamızı çevirmek ya da dönüp bakmak… Aradaki farkı oluşturacak olan bu.
Varoluşçulukta kesin cevaplar yoktur. Bolca absürtlük, ikilem, çelişki bir arada bulunur, ihtimaller, seçenekler boldur. Çünkü hayatın kendisi böyledir. Hayat bize herhangi bir söz vermemiştir, bir şey borçlu değildir. İhtimaller her zaman vardır.
Mesela siz bu yazıyı okudunuz ve artık kötü inancın ne olduğunu az çok biliyorsunuz. Bu yazıyı hiç okumamış gibi yapabilirsiniz. Bir sonraki adımınızda aklınıza geldiğinde “Seçeneğim yokmuş gibi hissediyorum ama var mı acaba?” diye bir düşünebilirsiniz. Tamamen saçmalık olduğunu düşünüp kötü bir yorum yazabilirsiniz. Yazdıklarımın hiç de öyle olmadığına dair argümanlar üretebilirsiniz. Ama gerçek şu ki, her halükarda bir seçim yapacaksınız. Ve unutmayın ki, hangisini seçtiğiniz, hayatınızda şu anda durduğunuz noktaya ve size dair çok şey söyleyecektir.
Sonraki Bir Tutam Varoluşçuluk yazısında görüşmek üzere!
*Bir Tutam Varoluşçuluk yazı dizisindeki bütün fotoğraflar Gökçe Naz Kamar tarafından çekilip düzenlemiştir. İzinsiz kullanılamaz.