Kafama Tokadan Başka Şey Takmam Diyenlere Tavsiye – Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı

Yazıyor! Yazıyor! Kafaya takmamaya giden yolları yazıyor! “Kafaya takmamak” kulağa hem çok boşvermiş hem de çok yorucu güzide bir deyiş gibi geliyor değil mi?  Öyle çok kullanıyoruz ki… Bazen artık kafaya takmayacağım bunları, kafaya taka taka bugünlere geldik diyoruz. Kafaya takmayayım diyorum ama takılmayacak gibi değil hani’ler birbirini kovalıyor peşi sıra. Bizi çok yoran bir hadise bu kafaya takmak ve takmamak arasındaki gidip gelmeler. Öyleyse bakalım mı ne demiş Mark Manson “Kafaya Takmama Sanatı’nda?

İddialı isimleri olan kitaplara karşı hep bir “acaba biraz abartmamış mısınız?” diye söylenirim. Ne hikmetse bu kitaplar hep en çok okunanlar listesinde başı çeken, üzerinde koca koca harflerle “Tüm Dünyada Satış Rekorları Kırdı” yazan kitaplardır. Popüler kültüre tepki olarak doğmuşcasına almamak için kendimle bir hayli savaşırım. Sanırım söz konusu kitaplar olduğunda bir parça önyargı sahibiyim. Tabi ki zevkine güvendiğim, kendime yakın bulduğum kişilerin “ ya bak bu kitabı kesin oku çok iyi gerçekten” seslerine kulak verdiğim anlar da olur.  Bu kez merakım ağır bastı ve geçenlerde kasaya elimde “Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı” ile gidiverdim.

Kitabı alırken yazarın hali hazırda 2007’den beri deneyimlerini okuyucularıyla paylaştığı bir blogu olduğundan habersizdim. Bloggerların “süperstarı” (bu ifade tamamiyle kitaptan alınmıştır), blogunda ve kitapta kendi yaşam yolcuğundan bir hayli bahsettiğinden, şu anda hakkında hatrı sayılır derecede bilgi sahibiyim diyebilirim. Kendini tanıtırken “beni çok da ciddiye almayın, ben sadece okumayı çok seven bir adamım” diyerek ilginç bir girizgah yapıyor biyografisinde. Bloggerlık önceleri sadece eğlence için girdiği bir dünya iken sonraları tam zamanlı işi haline gelmiş. Kendini tümüyle bloggerlığa adamak için bir süredir çalıştığı işinden istifa etmiş ve “gerçek yaşam deneyimleri” uğruna 60 ülke gezmiş. Tabii bu süreçte her şey beklediği gibi gitmese de bugünlerde halinden bir hayli memnun. Hata yaparak öğrenmenin gücüne inanıyor ve hata yapmaktan korkmadığının sıklıkla altını çiziyor.

Kullandığı örnekler ve üslubu psikoloji okumuş izlenimi verse de esasında Uluslararası İlişkiler mezunu. Kendi kişisel dönüşüm yolculuğunu, aldığı yaraları, kayıplarını ve onu bugünkü Mark’a dönüştüren her türlü deneyimini kitabında kısa kesitlerle veriyor. He bir de kendi süper kahramanını icat ediyor!

Kitabı yazarken bir hayli araştırma yapmış olmalı diye düşünüyorsunuz çünkü oldukça farklı alanlardan derlenmiş bilgilere yer veriyor. Zaman tünelinde yolculuk edercesine kah II. Dünya Savaşı’ndaki Japon askeri Hirō Onoda’nın hikayesinde buluyorsunuz kendinizi, kah psikolojinin önemli isimlerinden William James’in başarı öyküsüne tanık oluyorsunuz. Bir bakmışsınız Malala’dan söz ediyor. Bir sonraki bölümde Milgram’ın deneylerine değiniyor. Bunu yaparken kullandığı dil oldukça akıcı ve anlaşılır. Blogunda bahsettiğine göre büyük bir okuyucu kitlesine ulaşınca daha güncel araştırmalardan bahsetmesi gerektiği hissine kapılmış ve bu sebeple birkaç senesini akademik araştırmaları incelemekle geçirmiş.

Gelelim işin kafaya takmama ve kişisel gelişim kısmına.

Öncelikle kendisinin pozitif bakış açısına karşı sergilediği radikal bir “Öyle bir dünya yok” anlayışı var.  Pozitif yaşam, “her birey özeldir” gibi yaklaşımların insanları uzun vadede “bencil” bireylere dönüştürdüğünü düşünüyor. Bu noktada bir parantez açmak isterim çünkü pozitif düşünce odaklı yaklaşımların bütünüyle yanlış ve saçma olduğu konusunda kendisine katılamayacağım. Her bireyin ihtiyaç duyduğu, kendini iyi hissettiği yönelim bir diğerine göre farklılık gösterebilir. Bir parça pozitifiliğin ise dünyayı “bencillik” denizinde boğmayacağı su götürmez bir gerçek.

Kitaba dönersek, yazarın pozitif yaklaşıma dair bir diğer tespiti de pozitif deneyim arzusunun negatif deneyimin ta kendisi olması. Bunu  ise “tersine yasa” ile açıklıyor. Yani gerçekleşmesi için bir hayli istekli olduğumuz şeyleri düşünmenin bize, onlara sahip olmadığımızı hatırlatmaktan başka bir işe yaramadığını savunuyor.  Alternatif olarak sunduğu öneri ise tabii ki kafaya takmamak.  Kafaya takmama kavramı akıllarda “üstüne düşünmemek” ya da “hiçbir şey yapmamak” gibi bir algı oluştursa da aslında yazarın kastettiği bu değil. Esas mesele kafaya takılması gereken önemli nitelikteki şeyleri seçebilmek ve daha az önem taşıyan diğer şeyleri ise boş verebilmek. İşin sanat kısmı da, kafaya takmaya değer sorunlarımızı seçebilmekten geçiyor zaten. Seçimleri ise “sorumluluk” ile bağdaştırıyor. Yani yaşanılan zorluklar karşısında verilen tepkinin bireyin kendi sorumluluğu olduğunun üstünde duruyor. Sorumluluğu alamayanların ne yapması gerektiği konusuna gelince, yazarın yanıtı Yoda’dan bir alıntı “Yap ya da yapma; nasıl diye birşey yoktur.” 

Özetle; Mark’a göre kafaya takacağımız şeyleri seçebiliyorsak, değişmeyi de pekala seçebilecek güçteyiz. Bunun oldukça basit fakat kolay bir şey olmadığını söylemesi kulağa tuhaf gelse de değişimin beraberinde getirdiği zorlukları göz ardı etmemek gerektiğine işaret ediyor. Kafaya takmamaya giden yolları takip eden  bölümlerde kişisel gelişim kitaplarındaki fikirlere karşı kanıt niteliğinde örnekler ve alıntılar var. 

Mark’a göre mutluluğa giden yol aslında sorunları çözmekten geçiyor. Birçok kişinin yetersizlik hissine kapılmasında “özel” olduğunu düşünmenin etkili olduğunu düşünüyor. Reçete olarak ise sebze diyeti öneriyor. Bu diyetin özünü; hayatın gerçeklerini kabul etmek ve büyük beklentilerin yerini sıradanlığın alması oluşturuyor. Yazarın yer yer verdiği öneriler benim gibi bilişsel davranışçı terapiyle ilgilenenlere “E bu baya baya BDT’den taktikler” veriyor dedirtecek cinsten. Sorunların görmezden gelindikleri takdirde kendini tekrar eden döngüler izlemesi (kitapta cehennem geri bildirim döngüsü olarak geçiyor), problemlerin ardındaki temel inanç faktörü (“Başarısızım”, “Yetersizim”), olaylar karşısında neden-sonuç ilişkisi kurma, ve alternatif düşünce üretme kitapta farklı bir dille ele alınıyor. 

Sonuç olarak, bu kitabı okumak sizi %100 kafaya takmayan bir insana dönüştürmeyecek (ki öyle bir şey pek mümkün değil zaten, kabul edelim) ama bir parça güldürecek, sizi birçok insan tarafından beğeniyle takip edilen başarılı bir blogger’ın kendi kişisel gelişim serüvenine sürükleyecek, tarihten önemli isimlerin hikayelerine yazarın penceresinden bakma fırsatı verecek. Zaman zaman “Yok artık, o kadar da değil” deyip eleştireceksiniz belki benim gibi ama bu kitabı, içinden hiçbir şey almadan kapatmayacağınız kesin. O zaman kapanışı kitaptan bu konuya uygun bir alıntıyla yapmalı:

“Bir şey yapmak için gerçekten hiçbir neden yoksa, bir şey yapmamak için de gerçekten hiçbir neden yok.”

Diğer yazıları Merve Karaca

Saksı Olmanın Faydaları: Lise Günlerine Dönüş

Bütün bunların olamayacağını söyleyen insanlar var biliyorum. Hatta 17 yaşına basarken 16′...
Devamını Oku

1 Comment

Comments are closed.